Batı'nın kendisini her şeyden sorumlu ilan etme yönündeki ölümcül eğilimi, Avrupa'ya yönelik tamamen abartılı eleştirileri teşvik ediyor ve Avrupalılar da buna memnuniyetle katılıyor. Ancak Albert Camus'un dediği gibi, “Bir şeyleri yanlış adlandırmak, dünyadaki mutsuzluğu artırmaktır.”
Bugünlerde sık sık “Doğu'nun üç bilge adamı” sözünü duyarsınız. İfade tuhaf. Sonuçta İsa da aynı bölgeden geliyor. Bu açıklama sanki Berlin'de “Almanya'dan ziyaretçi bekliyorum” diyecekmişim gibi anlamlı.
Batı iki bin yıl boyunca İsa'ya el koydu. Dolayısıyla bu ifade, Avrupalıların kendilerini dünyanın merkezi olarak gördükleri dönemden kalma bir terimdir.
Avrupalılar yüzyıllardır bu Avrupa merkezciliği abartmışlardır. Bugün ise diğer uç noktaya gidiyorlar. Batı'nın gerilemesi ilerledikçe her konuda kendini suçlama eğilimi de artıyor.
Fransız filozof Pascal Bruckner, “Postkolonyal suçluluk, azalan etkimizin bir belirtisidir” dedi. Avrupa yaşlı bir ana gibidir; Onu çiğneyebilirsin ama yine de ciddi bir ifadeyle başını sallıyor ve göğsünü dövüyor.
Başka bir şey devreye giriyor. Hiçbir şey insan kalbini, bazı insanları kötülük yapmaktan suçlu bulma dürtüsü kadar rahatlatamaz. Avrupa, dünyanın birçok yerinde ve onların kendi başarısızlıklarından uzaklaşmak için bize taşınan evlatları için bir günah keçisi görevi görüyor.
Bu neredeyse çılgınca bir paradoksa yol açıyor: Kadınların ve azınlıkların haklarının en iyi korunduğu yerlerde, yani Batı demokrasilerinde, temel hakların ihlaline karşı polemikler en şiddetli oluyor.
Bu durum değiştirilebilir mi? Zorlu. En azından Albert Camus'nün ruhuna uygun olarak dürüstlüğe daha fazla dikkat edilmelidir: “Bir şeyleri yanlış adlandırmak, dünyadaki mutsuzluğu artırmaktır.”
Bugünlerde sık sık “Doğu'nun üç bilge adamı” sözünü duyarsınız. İfade tuhaf. Sonuçta İsa da aynı bölgeden geliyor. Bu açıklama sanki Berlin'de “Almanya'dan ziyaretçi bekliyorum” diyecekmişim gibi anlamlı.
Batı iki bin yıl boyunca İsa'ya el koydu. Dolayısıyla bu ifade, Avrupalıların kendilerini dünyanın merkezi olarak gördükleri dönemden kalma bir terimdir.
Avrupalılar yüzyıllardır bu Avrupa merkezciliği abartmışlardır. Bugün ise diğer uç noktaya gidiyorlar. Batı'nın gerilemesi ilerledikçe her konuda kendini suçlama eğilimi de artıyor.
Fransız filozof Pascal Bruckner, “Postkolonyal suçluluk, azalan etkimizin bir belirtisidir” dedi. Avrupa yaşlı bir ana gibidir; Onu çiğneyebilirsin ama yine de ciddi bir ifadeyle başını sallıyor ve göğsünü dövüyor.
Başka bir şey devreye giriyor. Hiçbir şey insan kalbini, bazı insanları kötülük yapmaktan suçlu bulma dürtüsü kadar rahatlatamaz. Avrupa, dünyanın birçok yerinde ve onların kendi başarısızlıklarından uzaklaşmak için bize taşınan evlatları için bir günah keçisi görevi görüyor.
Bu neredeyse çılgınca bir paradoksa yol açıyor: Kadınların ve azınlıkların haklarının en iyi korunduğu yerlerde, yani Batı demokrasilerinde, temel hakların ihlaline karşı polemikler en şiddetli oluyor.
Bu durum değiştirilebilir mi? Zorlu. En azından Albert Camus'nün ruhuna uygun olarak dürüstlüğe daha fazla dikkat edilmelidir: “Bir şeyleri yanlış adlandırmak, dünyadaki mutsuzluğu artırmaktır.”